Recent Comments

Bozkır!..


İnsanlar anılarına hem bağlıdırlar hem de onu karşılarına almaktan çekinmezler. Fakat hayatın dokusu da sayılan anılar donuk bir kütleyi değil hareketli yıldız kümesini andırır.

Bağlılık da çatışma da bir gün gelir bir şekilde su yüzüne çıkar. Virginia Woolf'un deyimiyle 'hayat, simetrik olarak sıralanmış bir dizi at arabası lambası değildir; hayat bizi tüm bilincimizle sarıp kuşatan parlak bir ışık halkası, yarı saydam bir zardır.' Duygular, arzular, hayaller, yaşantılar, acılar, mekânlar, eşyalar, insanlar, iç içe geçerler geçmişte değil asıl idrak ettiğimiz an içinde.

İdrak ki insanı asıl varlık yapar. Yaşantıların bağlamını kökleştirir. Şehirler, ilçeler de öyledirler, hafıza sahibidirler aslında. Ön Toroslar'ın eteklerine sokulmuş bu 'büyük kasaba' da hafızasından çok duygularının sertliği altında kendisine tutunmaya çalışır. Halkını bu yüzden kızdırmak çok kolaydır çünkü duygusundan daha saf bir sermayesi yoktur. Ben o sermayeye, bu yaralı bilince ilk gençliğimde bir anlam veremez hatta içten içe karşı bile çıkardım. Yaban bulurdum. Sert, acımasız, ham, hatta bencilce sanırdım.

Lakin zaman, tam da onun ortasından geçen Çarşamba suyu gibi akıcıdır. Bazen sakin bazen deli. Geçmişi onarır geleceği belirler zaman. Çocuk rüyasından kopar ilk aşka düşer kaslarından zihnine doğru büyür. Ona dair anılarım, düşlerim hiç yitmedi. Düşünüşlerim de öyle. Bu düşünüş bazen öylesi metaforik bir dile büründü ki biyografime koyduğum 'Bozkır Lisesi' ibaresi bile, en geniş çağrışımla fiziki coğrafyadan koparıldı ruh ve tarih iklimi olarak yorumlandı. Elbette itirazım olmadı bu okuyuşlara. Zaten mekân dediğimiz Gaston Bachelard'ın deyimiyle 'poetik' bir şey değil miydi? Bozkır da benim zihnimde hep o poetik kuluçka olarak yaşadı. Sertlikler yumuşadı, köşeler törpülendi. Geçmişin galaksisi zaman zaman yıldız dökümüne uğradı. Hele Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 'Konya bozkırın tam ortasındadır' cümlesiyle karşılaşınca şuurum daha da geriye işledi.

Havası derde deva, suyu aşka şifa

Abartı, Anadolu coğrafyasının ortak dilidir. Lügatleri karıştırsanız ne şaheser kelimeler bulursunuz. Argo bile ilk kökünü oradan alır. Kendi varlık efektini ancak bu abartılar sayesinde canlı tutabilir halk. En sert ve sulu elma orada yetişir. Havası derde deva suyu aşka şifadır, vs. Henüz iç göç dalgasının aileleri parça parça topraklarından ve anılarından söküp almadığı devirlerde bu abartı daha da iddialı bir rekabete dayanıyordu. Göç büyük şehirlerde, geçmişle bağlantılı gevşek ve yapay bir hemşehrilik duygusu dokudu.

Son kırk yıl boyunca kırılmış dala bir umutla tutunmaya çalışan insan kümelerinin içine Bozkırlılar da hayli dahil oldu. Öyle ki bugünkü nüfusunun en az yirmi katı genişliğinde bir kitle Bozkır'ın dışında yaşıyor. Bozkır'ı az özleyen ve az gidip gelenlerdenim ben. İnsan bazen duvarına resimler çizdiği mağarayı bulamamaktan korkar. Bir de abartı dedim ya, 'suyu sert insanı mert' söylemi Bozkır'ın yakasına bir avuntu rozeti gibi iliştiriliverilir. Yoksa ne sert suları eksiktir ülkenin ne de mert insanları. Konya'nın yerlileri biraz kaş çatarak biraz burun kıvırarak asıl merkez dil olmanın hünerli diliyle 'dağlı' derler Bozkırlıya. Ve ona dağını sevmekten öte bir miras kalmaz. Bir davul gibi sesinden başka da yemişi olmaz bu sevginin. Ne var ki Bozkır ve çevresi övüncünü haklı kılacak az zenginliğe sahip değildir hani. Dönüp onun kirazını, elma dallarını, kokulu üzümlerini övecek değilim. Yaşamaktan süzülmeyen övgünün ne hükmü olabilir?

Çocukluğumun otantik türküleri

Bir bozkır açıklığı hep izler sizi yollar boyunca. Anne tarafımdan akrabam şair Oğuz Tansel bu konuda tam olarak ne düşünürdü bilmiyorum. Tarihçi Faruk Sümer'in pek çok yorumunda bu 'bozkır açıklığı'nı hissettiğimi söyleyebilirim. Bazı bilgilere göre Adnan Menderes'de de bir Bozkırlılık var lakin 'Bebek Davası'nda', 'Beyefendiyi çok sevdim.' şamarı karşısında silinip eriyen Menderes, metaforik açıdan benim müziğimin dışında kalır. Müzik demişken Sille bir, Bozkır ikidir Konya folklorunda. Çocukluğum çok otantik Bozkır türküleri, köçek oyunları ve dahası bin bir teferruatlı düğünlerine şahit olmakla geçti. Padişah sarayından çıkmış madrabazlar, curcunabazlar, matrakçılar gibi bin bir figürü büyük maharetle yerine getiren Bozkır köçekleri ve 'çalgıcı takımı' artık tam anlamıyla yok. Ali Ercan, Rıza Konyalı gibi halk kültleri ise geçmişte kaldı. Bir elektro saz bir Balkan havası, bir oynama şıkıdım şıkıdım yaygarası elma ağaçlarını, meşelikleri, bağ ve bostanları istila etti. Sıcak şımardı. Serinlik hicabından saklandı. Gün taşrada erimiş asfalta dönüştü.

Dinî yaşantının en azından Konya'ya kıyasla daha esnek olduğu Bozkır, özellikle köy ve kasabalarında dokulaşan Orta Asya kökenli kalıtlarla uyuşumlu bir enginlik gösterirdi. Çocukluğumuzda üzerlerine bindiğimiz Roma arslanları, bin bir merakla dokunduğumuz Hitit kabartmaları, kadın ve erkek yontuları bile yanıbaşımızda dururdu da söz bütün tılsımıyla hayatı idare ederdi. Aşure ayında aşure kaynatılır, mevlitler, Ramazan ayı özel huşuyla yaşanırdı. Gün boyu tarlada, bağda, bahçede çalışan insanların sabrı beni büyülerdi. Din konuşulmaz, duyulurdu. Arkaik bir huşu vardı. Ölüm dini duyarlılığın en kesif biçimde sessizliğe gömüldüğü anlar olurdu. Söz ise en etkili güçtü. Bazen bir bakışa kilitlenirdi. Kulak insan bedeninden göç etmemişti. Bozkır sözün ve kulakların müzik dedikleri mucizeyle de beraber aktığı bir yerdi. Cuma günleri Çarşamba Çayı'nın hemen yanına kurulan pazarda Türkmen topluluklarının ses ve davranış ve çehre geçişlerini duyabilirdiniz.

Çocukluğum Bozkır'da geçti. Hem lisenin 6 Fen sınıfında 1112 No'lu öğrenciydim. Matematiği bir taşra güreşi gibi öğreten Mustafa Yılmaz, Einstein'dan mülhem çözüm yöntemleriyle İsa Çuha, Fransızcayı aksanlarına kadar bilen Orhan Akgül hocalarımdı. Hasbi sanatçı Abdullah Orhan ve ağustos böceği kadar müzisyen Metin Erdem'i ve bütün öğrencilerin baş kahramanı edebiyat hocam Mehmet Ali Özeralp'i unutamam. Ruhum, bahar yağmurlarında iyiden yükselen Çarşamba Çayı kadar ilk gençliğin şiir fışkırtan sarışın hayalleriyle adeta sarhoş idi. Erişkinlik erken bir hızdı lisede. Disiplin başarı ile paraleldi. Bazen geçmiş, gelecekten ve bugünden daha güzeldir. Bir kere artık geçmiş kimsenin kontrolünde değil sizin zihninizdedir ve onu dilediğiniz zaman dilediğinizce yeniden kurabilirsiniz. V. Woolf'un kamçısı elinizde ise bugüne döner ve mukayese sandığını idrak anahtarı ile açarsınız. Binlerce elma ağacının pembe beyazı çiçekleri artık Kurosava'nın filmlerinde bile açmıyor. Bozkır, bilgi olarak bozkır kalmasın istiyorum bende. Ben de, Bozkır'ı bir ufuk gibi hep uzakta yaşıyorum. Böylesi güzel.

Ömer Erdem
[email protected]
Google News Takip Et
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? ’te Bozkır Haber'e abone olun.
Google News Takip Et
Son dakika gelişmelerden anında haberdar olmak için WhatsApp haber kanalımıza katılın.

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* yapılan yorumlar denetlendikten sonra yayınlanmaktadır.